Close

Bodø/Glimt: Güneş Ya Norveç’ten Doğarsa?

Yaklaşık 5,5 milyonluk gittikçe yaşlanan nüfusuyla Norveç bir futbol ülkesi değil. En azından en iddialı oldukları alan bu değil. Gerçi ülke sınırları içinde futbol en çok lisanslı sporcu barındıran spor dalı olsa da televizyonda izlenme oranlarına bakınca biatlon ve kayaklı koşudan sonra üçüncü sırada geliyor.  Yine de dar nüfus havuzu yeteneklerin çıkmasına mani olmuyor. Bugün için konuşursak Odegaard, Haaland, Sörloth gibi Avrupa futbolunda yer edinen isimlerin yanı sıra tarihleri boyunca Solskjær, Flo kardeşler, Riise, Carew gibi dünyaca ünlü isimlerin de kaynağı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, kendileri gibi Viking takma adını paylaşan komşularının belki gerisindeler ama eldeki imkanları verimli kullandıklarını da söylemek mümkün.       

Hızlıca Norveç’in futbol mazisine baktığımız zaman Avrupa’nın başat ülkelerinden biri olduklarını söylemek zor. 1930 yılında başlayıp, her dört senede bir düzenlenen Dünya Kupaları serisinin üçüncüsü olan Fransa 1938’e katılıp henüz ilk turda bir önceki ve mevcut turnuvanın şampiyonu olacak İtalya’ya uzatmalarda 2-1 kaybederek elenmişler. Ardından neredeyse 60 sene boyunca katılımları yok. ABD 1994’e Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa eleme grubunu ilk sırada tamamlayarak katılıyorlar. Yer aldıkları E Grubu’nda Meksika, İrlanda ve (yine) İtalya ile karşılaşıyorlar ve bu fantastik grubu liderle aynı puan ve averajla son sırada tamamlıyorlar. Evet, doğru duydunuz! 4 takım da birbirine somut bir üstünlük sağlayamıyor. Averaj hesapları devreye giriyor ve bu altın orana sahip gruptan, liderden yalnızca 2 gol az atarak son sırada eleniyorlar.     

Ertesi Dünya Kupası yine Fransa’da düzenleniyor, 1998’de. Brezilya, İskoçya ve Fas ile turnuvanın açılış grubunda yer alıyorlar. Bu sefer şeytanın bacağını kırmayı başararak bir üst tura çıkma başarısını gösteriyorlar. Zaten yukarıda saydığımız ve saymadığımız, ülke futbolu adına epey önemli birçok isim bu dönemde milli forma giyiyor. Son 16’da bir kez daha İtalya’ya 1-0’lık skorla kaybederek turnuvaya veda ediyorlar. Günümüze geldiğimiz zaman son Dünya Kupası elemelerini içinde bizim de bulunduğumuz, Hollanda’nın lider olarak çıktığı grupta üçüncü sırada kalarak tamamlıyorlar.     

Avrupa Şampiyonası’na Dünya Kupası’nın tam tersine daha az bir katılım göstermişler. Katar’da sene sonunda düzenlenecek turnuva için Avrupa’ya ayrılan kontenjan 13. Avrupa Şampiyonası’na ise yakın zamana kadar 16 takım katılıyordu, şimdi 24. Dünya Kupası, görece girmesi daha kolay bir havuz. Yalnızca 2000 yılında Hollanda ve Belçika ortaklığında düzenlenen organizasyonda yer alıyorlar. İspanya, Sırbistan ve Slovenya grubunda yer alan Vikingler ya da kendi deyimleriyle aslanlar, aslında İspanya’yı yenerek başladıkları grubun devam maçlarında rakiplerine diş geçiremiyor, grubu averajla üçüncü sırada tamamlayarak eleniyorlar. 2016 Dünya Kupası play-off’larında Macaristan’a, 2020 play-off’larında ise Sırbistan’a eleniyorlar.     

Olimpiyatlarda ise 1912 ve 1920’de çeyrek finalleri görüyorlar ancak zirveye 1936 Berlin’de bronz madalyayı alarak ulaşıyorlar. Ev sahibini çeyrek finalde 2-0 ile geçen Norveç, yarı finalde –bilin bakalım yine kime- 2-1 kaybediyorlar… Bronz madalya maçında Polonya’yı alt ederek en yüksek uluslararası seviyesine erişiyorlar.     

Görüldüğü üzere futbol sporunda pek de ulusal başarısı olmayan ülkenin kulüpleri Avrupa’da ne yapıyordu?  

1968-69 sezonu Kupa Galipleri Kupası’nda Lyn, Altay ve Norrkoping’i geçiyor, ne var ki çeyrek finalde Barcelona’ya toplamda 4-5’lik skorla eleniyordu. Norveç futbolu bir sonraki çeyrek final için 30 sene boyunca Rosenborg’u bekleyecekti. Aslında Rosenborg kulüp bazında ülkenin en istikrarlı takımı. En azından uluslararası turnuvalarda en deneyimli Norveç takımı diyebiliriz. Zira kendi ligindeki şampiyonluk sayısı en yakın rakibinin neredeyse 3 katı kadar. Ancak 1996-97 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde Juventus’a toplamda 3-1’lik skorla elendikleri maç, oynadıkları ilk Avrupa kupası çeyrek final maçı oluyor. Rosenborg bu sezon Panathinaikos’u eledikten sonra kupaya katılmayı başarıyordu. Kupada Porto, Milan ve Göteborg gibi güçlü takımların arasından ikinci olarak sıyrıldı ve son 8’e kaldı. Yine aynı sezon, bu kez Kupa Galipleri Kupası’nda SK Brann, sırasıyla Shelbourne, Cercle Brugge ve şaşırtıcı şekilde muhteşem kadrolu PSV’yi eledikten sonra yine çeyrek finale ulaşıyor ancak bu kez Liverpool’a teslim oluyordu. Norveç kulüpleri ertesi sezon görece mütevazı sonuçlar aldıktan sonra Kupa Galipleri Kupası’nın 1998-99 sezonunda en az kendileri kadar Türk futbolseverleri adına da unutulmayacak izler bırakacak Valerenga ile çeyrek final gördü. Valerenga ilk turda Rumen temsilcisi Rapid Bükreş ile karşılaşıyor, deplasmanda oynadığı maçtan 2-2’lik skorla ayrılıyor. Carew’in Norveç ekibi adına 2 gol atarak yıldızlaştığı maçta ev sahibi takımın ilk golünü Marius Sumidica atıyor ve bir şekilde bu yazıda bile kendisine yer edinmeyi başarıyordu. Rövanş golsüz tamamlanınca ertesi turda Valerenga, Spartak Trnava’yı toplamda 4-2’lik skorla geçen Beşiktaş’ın rakibi oluyordu. Beşiktaş, Valerenga deplasmanında oynadığı ilk maçı 1-0’lık skorla kaybetse bile İstanbul’a ümitli dönüyordu. Ne var ki 2 hafta sonra İnönü’de oynanan maç trajik etkilere sahip olacaktı. Herkesin beklediği şekilde Beşiktaş dönemin yıldızı Oktay’ın 2, Tayfur’un da tek golüyle ilk devreyi 3-0 önde kapatıyordu. Farklı skorun verdiği rahatlıkla ertesi gün okula gidecek çocuklarını yataklarına yatıran ebevenyler zor bir gecenin şahidi olmak üzereydiler. 10 dakika içerisinde deplasman takımından gelen 3 gol, maçı eşitliğe taşırken eşleşmedeki toplam skoru 4-3 Valerenga üstünlüğüne getiriyordu. Çeyrek finalde Chelsea ile karşılaşan Norveç takımı, toplamda 6-2’lik skorla kupaya veda ediyordu. 90’ların ikinci yarısında en azından çeyrek finallere ulaşmayı başaran Norveç futbolu bu tarihten sonra birkaç saman alevi performansı haricinde pek varlık gösteremiyor, bu seneye kadar kulüpler bazında heyecandan mahrum kalıyordu. Elbette arada Rosenborg’un 1999-2000 Şampiyonlar Ligi’nde ikinci turu, SK Brann’ın 2007-08 sezonu Avrupa Ligi son 32’ye kalması, 15-16 sezonunda Molde’nin son 32’ye kalması (şampiyon Sevilla’ya elenmesi) ve en nihayetinde geçtiğimiz sezon Avrupa Ligi’nde Molde’nin Napoli’yi saf dışı bırakarak son 16’yı görmesi gibi başarılar da yaşanmıştı.     

Kuzey Işıkları

Ama bu senenin hikayesini konuşmak için filmi tekrar başa sarmayı teklif ediyorum. Bu sene bir Norveç takımı ilk kez Nisan ayını görmeyi başardı. Bunu başaran takım ne 1937’de kurulan ligin ön plana çıkan ne de liginde söz sahibi olmasa bile Avrupa’da en azından adını duyurma başarısı yakalamış takımlarından biriydi; Bodø/Glimt.     

Bodø yaklaşık 55 bin nüfusuyla Nordland eyaletinin bir şehri. Kuzey kutup dairesi içinde yer alıyor. Yazar Andy Mitter’ın ifadesiyle şehrin takımının işi zor. Ülke içinde bile seyahat etmeleri bile epey zaman alıyor ve soğuk mevsimde kar üstünde çalışamıyorlar. Ardından gelen ismi Glimt, şimşek anlamına geliyor. Son yıllara kadar müspet bir başarısı yok. 1975 ve 1993 yılları arasında Norveç Kupası’nı kaldırıyor.    

90’lı yılların tamamını, alt ligde geçirilen önceki 10 yılın aksine en üst seviye ligde, orta halli bir takım olarak geçiriyorlar. Bu dönemde yukarıda da okuduğunuz üzere 1993’te Norveç Kupası’nı kaldırıyorlar ve aynı sene ligi ikinci sırada tamamlıyorlar. Bunun haricinde 1996 ve 2003 kupa finalleri ile 1995 ve yine 2003 yıllarında lig yarışında ikinci sırada yer alıyorlar. 2004’te 1. Lig’e iniyorlar ve asansör yılları başlıyor. 2013 takvim yılının ilk günü, aynı zamanda ikinci seviye organizasyon olan 1. Lig’de üst üste oynayacakları beşinci sezon olacaktı. Sezon başında takımın başına en son İskandinav futbolunun öncülerinden Hans Backe’nin MLS’te RB New York’ta yardımcılığını yapan Norveçli Jan Halvor Halvorsen getiriliyor. Halvorsen’in yardımcısı olarak bir alt ligde Ranheim’i çalıştıran, aynı zamanda Bodø/Glimt eski oyuncusu da olan Aasmund Bjørkan belirleniyor. Yeni yapılanma işe yarıyor ve sezon sonunda şampiyon olarak en üst lig hasretlerine son veriyorlar. 2014 ve 2015 sezonlarını düşme korkusundan uzak geçiren takımın başına Halvorsen’in ayrılmasıyla 2016 yılında Aasmund Bjørkan geçiyor. Tabii burada bilmeyenler için ufak bir detay geçmek gerekir ki İskandinav coğrafyasında ligler Mart gibi başlar, Kasım gibi sona erer. Dolayısıyla alışık olduğumuz futbol takviminden epey uzaklar. Bunun yerine takvim yılını baz alırlar. Konumuza geri dönersek eğer, Bjørkan’ın takımı lige iyi başlamasına rağmen ilk sezonunda küme düşüyor. Hasret o kadar uzun sürmüyor, ertesi sezon hızlı bir şekilde lige dönüyorlar. Çıkılan sezonun başında Bjørkan’ın yardımcılığına yine kendisi gibi bir alt ligde, Asane Football’ı çalıştıran Kjetil Knutsen getiriliyor. Böylece bu yazıyı hazırlama motivasyonumuz olan son parça da tamamlanıyor. 2018 yılı başında koltuk devri bir kez daha Padavan Jedi devamlılığında gerçekleşiyor ve Knutsen takımın başına geliyor.    

Sonrasında şunlar oluyor; 2018 yılı ligin alt sıralarında, düşme potasından uzak tamamlandı, takım 2019 yılında Molde ile rekabete girdi ancak şampiyonun oldukça gerisinde ikinci sırada ligi tamamlayarak uzun süre sonra Avrupa kupalarında oynamaya hak kazandı.   

2020 sezonu, pandemi nedeniyle 1 ay kadar geç başladı. Ligde ilk iki sıranın isimleri aynı ancak sıralama bu sefer farklıydı. Ligin istatistikleri de allak bullak olmuştu zira şampiyon en yakın rakibine 19 puan fark atmış, 81 puana ulaşmıştı. Toplanan puan ve atılan puan farkı gerçek anlamda ligin zirvesini temsil ediyordu. Öte yandan 103 golle ligi en çok gol atarak tamamlama unvanını da elde ettiler. Yine aynı sene Avrupa’da, Avrupa Ligi’ne hızlı bir giriş yaptılar. Bilirsiniz, İskandinav takımları yaz döneminde fırtına gibi eserler güçleri ölçüsünde. Zira yukarıda da belirtildiği üzere Nisan-Mayıs döneminde açılan sezon sayesinde Temmuz- Ağustos aylarında henüz ısınmaya başlayan diğer coğrafya takımlarını zorluyorlar. Avrupa Ligi’ne Zalgris’i eleyerek geçiyorlar ancak henüz ilk turda Milan’a elenerek veda ediyorlardı. Yine de Bodø/Glimt bulunduğu platforma hızlı alıştığını göstermeye devam edecekti.   

Nisan 2021’de başlayan ligde Bodø/Glimt yine Molde ile ancak geçen senenin aksine daha bir çekişmeyle şampiyonluğu kucakladı. Ancak bu senenin hikayesi tartışmasız ülke sınırları dışında yaşandı. Katılmayı hak ettiği Şampiyonlar Ligi’nin ilk elemesinde Legia Varşova’ya elenen Bodø/Glimt, ilk kez düzenlenen Avrupa Konferans Ligi ikinci turuna devam etme hakkı kazandı. İkinci turda İzlanda temsilcisi Valur’u iki maç sonunda gol yemeden geçtiler. Sonraki eleme turunda Kosova’dan Priştina ile karşılaşıyorlar, toplamda 3-2’lik skorla rakibini eliyorlardı. Gruplara katılmadan önce karşılarına yine Zalgiris çıkıyor, geçtiğimiz seneye göre daha çekişmeli süren elemeyi geçerek Norveç ekibi kendisine gruplarda yer buluyordu. Avrupa’da katılım gösterdiği ilk grup olan C Grubu’nda Roma, Zorya ve CSKA Sofya’yı çektiği zaman çoğunluğun görüşü kuzey ekibinin puan almasının şans olabileceği yönündeydi. Öyle olmadı…   

Bodø/Glimt, Zorya’yı ilk maçında iç sahada 3-1 ile geçti. Ardından Sofya deplasmanını golsüz tamamladı. Üçüncü maçlar öncesinde grubun doğal favorisi unvanın hakkını sonuna kadar veren Jose Mourinho’lu Roma, Norveç’e geliyordu. Ama nasıl geliş… Elde edilen skorla kıtanın spotları Bodø/Glimt’ya dönüyordu adeta. Bir Norveç takımı, Mou gibi magazinel bir karakter tarafından yönetilen Roma’yı 6-1 geçiyordu. “Yol kazasıydı”. Ama öyle olmadı. Roma deplasmanındaydı sıra. Oradan da 2-2’lik skorla çıktılar. Sofya ve Zorya maçlarından da 4 puan alınca eriştiği ilk grup maçları sonunda üst tura çıkmayı başarmışlardı.   

Son 16’dan önce eleme turlarında Celtic ile karşılaştılar. Bu elemeden de toplamda 3-2’lik skorla sağ çıkmayı başardılar. Ardından Hollanda temsilcisi AZ Alkmaar ile karşılaştılar. AZ minör turnuvaların orta derece başarılı takımlarındandır. Ancak gittiler uzatmalar sonunda onları da elediler. Sonra çok saçma bir şey oldu; çeyrek finalde bir başka Hollanda takımı olan Vitesse’yi geçen Roma ile tekrar karşılaştılar. Futbol tanrıları bu ikilinin kaderlerini bağlamıştı adeta. Norveç küçük bir futbolda küçük bir ekonomiyi temsil ediyor. Roma’nın neredeyse 400 milyon avroluk kadro değerine karşı yalnızca 15 milyon avroluk kadro değeriyle çıkıyor Bodø/Glimt. Başat olmayan ülkelerin takımları için Avrupa’da Nisan ayını görmek çok önemlidir ve nadir yakalanan bir başarıdır. Özellikle kıta futbolundan takvim olarak ayrışan İskandinav takımları için alışılmışın dışında bir durumdur. Rakamlar pazara hakim olmayanlar için büyük görünebilir ama bu sene itibariyle Süper Lig’den düşen hiçbir takım daha düşük bir kadro değeriyle sezona başlamadı. Sanıyorum bu hem Bodø’nun yaptığını hem de bizim takımlarımızın yapamadıklarını açıklamaya yardımcı olacaktır.  

7 Nisan akşamı grup maçlarından sonra bir kez daha Aspymra Stadı’na çıktılar. Yeniden ancak daha mütevazı bir skorla Norveç ekibi Roma’yı 2-1’le yenmeyi başardı. Tabii sezonun sonuna doğru ilerledikçe iki faktör ortaya çıkıyor. Kıta Avrupası için sezon biterken Norveç’te sezon henüz başlıyordu. Form tutmaktan, adaptasyona kadar bir sürü faktör mevcut olanakların haricinde. Temmuz-Ağustos aylarında İskandinav takımları ne kadar hazırsa, Mart-Nisan civarı da o kadar hazırlıksız olabiliyorlar. Biz bunu çok deneyimlemedik elbette ancak mantık yürütülebilir. Bir diğer faktör Jose faktörüydü; kimse bu adamın bir kupadan bu kadar kolay vazgeçmesini beklemezdi. Sonuç itibariyle Roma’da oynanan rövanş bu sefer “beklentileri” karşıladı ve hikayeleri 4-0’lık skorla son buldu.   

Mart ayında The Athletic’te yayınlanan Bodø/Glimt makalesinin başlığında üç madde yer alıyordu; sıkı çalışma, yeniden yaratma ve eşsizlik. Herhangi bir takımın belirli seviyeye gelmesi için gereken üç özellik bu zaten. Ama Bodø/Glimt için her şey daha zor. Zira asansör takım olmanın ruh halini yaşayanlar bilir. Hayatta kalmanın en akıllı yolu rakipten hızlı davranarak, kontrataklarla skora ulaşmaktır. Ancak belli ki geldiği zaman Knutsen için ya da genel olarak Bodø/Glimt için zihinsel değişiklikler söz konusu olacaktı. Bu değişikliği takımın yardımcı antrenörü Morten Kalvenes kulübün geçmişle bağlarını korurken, yeni anlayış eklemek olarak betimliyor. Yıllarca kontratak oyunu felsefesini benimsedikten sonra topa sahip olunan ve bol skor elde etmeye yönelik bir oyuna evrilmek için çalışmaktan da öte bir efor gerekiyor.   

Bodø/Glimt gibi ekonomik olarak dezavantajlı yapıların zayıf noktalarından biri tercih edilebilirlikleri. Doğru yapılanma sonunda nihayetinde oyuncuları reddedemeyecekleri teklifler alabiliyorlar. Dolayısıyla yüksek döngüde düzeni devam ettirecek oyuncuları bulmak gerekiyor. Elbette onları adapte etmek de işin önemli bir parçası. Takımın genç yıldızı Ola Solbakken de durumu böyle ifade ediyor. “Çok pratik yapmak.” Ocak ayında kulübün Vodcast 4-3-3 kanalında verdiği röportajda bunu üzerinde duruyor. Çok çalışmanın ve modern oyuna sahip olmanın onları ligdeki diğer takımlardan daha fit hale getirdiğini belirtiliyor.   

Ekonomik dezavantajlı kulüplerin dışarıdan temin edemedikleri sporcuları, alt yapıdan çıkarmaları bir zaruret. Bu açıdan gençlik direktörü Gregg Broughton’a dikkat çekmek gerekiyor zira kulüp oyuncularının neredeyse yarısı altyapıdan çıkma. Bu da hem ekonomik gelir modeli anlamında, hem de kültürün devamlılığı açısından oldukça fayda sağlıyor.   

Yalnızca saha içinde değil, saha dışında kazanmanın da öneminin farkındalar. Zihinsel olarak da güçlü bir ekibe sahip olmak zaferin anahtarı. Bu nedenle 2017 yılında zihinsel antrenör Bjorn Mannsverk ile anlaşıyorlar. Mannsverk, Norveç Hava Kuvvetleri’nin eski bir savaş pilotu. Afganistan ve Libya’da aktif görevlerde yer alıyor. 2010 yılında pilotlar için mental hazırlık programına hazırlanıyor ve bu konuya ilgisi olduğunu keşfediyor ve öğrenici pozisyonunun üzerine koyarak eğitmen rolüne geçiyor. Hava Kuvvetlerindeki başarısını profesyonel sporda da sürdürüyor ve sporcuların zihinsel gelişimlerine destek oluyor. Bu konudaki örnek başarısını takım kaptanı Ulrik Saltness’ın süreçleri üzerinden anlatmayı seçiyor Mannsverk. Altyapısından çıktığı takımının bugün kaptanlığını yapan Saltness’ın sancılı süreçlerinden sonra bugün geldiği nokta çok farklı. Bodø farklı disiplinleri bir araya getirerek fayda elde etmeyi başarıyor. 

Bugün bir peri masalının sürdürülebilirliği yalnızca saha içine bakmıyor, saha dışındaki parametreler de fark yaratıyor. Ancak önce kendilerine sonra futbolseverlere çok ilginç bir hikaye izlettiler. Sadece bunun için bile saygıyla anılmayı hak ediyorlar.  

Yazan: Yiğit ALPER

Editöryal Düzenleme: Sıla YÜZER

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Leave a comment
scroll to top