
Türkiye’de uzun süredir devam eden ve devam da edecek bir husus var. Adı ‘’Yabancı Sınırlaması’’. Saha içerisindeki başarının yada başarısızlığın tek gerekçesi, bu olarak görülüyor. Ancak o oyuncuları; saha içerisinde konumlanmalarını, performans ve verim ölçütlerini organize edecek, sistem yetkinliklerini arttıracak, antrenman yükümlülüklerini geliştirecek, ofansif ve defansif oyunlar çizerek benimsetecek antrenörlere sahip olmamız gerektiğini tartışmamız gerekir öncelikle. Her şeyden önce benim aklımdaki tartışma bundan ibaret. Çünkü sportif başarıyı her ne kadar oyuncularla elde etsen de; oyuncuları bir oyun sistematiği ile o noktaya antrenör getirir. Heleki günümüz futbol anlayışında, fiziksel yeterliliğin bu kadar ön plana çıkmasıyla birlikte. Yetenek ve iyi oyuncu sportif başarıyı kazanmak için yeterli olan tek husus değil artık. Taktiksel yeterlilik, fiziksel kapasite, çizilen oyun anlayışları, alan paylaşımı, saha içi dağılım, koşular, bindirmeler, zamanlama, duran toplar, sıçrama, bloklar arası mesafe… Bunların her biri sportif başarı için eşit ölçüde değerli hale geldi. Sizin, başarıyı elde edebilmek için bunların tamamını yapmanız gerekiyor. Bunlardan, yalnızca birini çok iyi yapmanız hiçbir koşulda yeterli değil. Peki ya biz? Biz de, bunların hiç birinin, hiç bir şekilde, bir önemi yok. İyi oyuncu – kötü oyuncu, yerli oyuncu – yabancı oyuncu. Her şey yalnızca bundan ibaret.
Bir başka tartışma konusunu bu bağlamda sorgulamamıza eklemek istiyorum. Yerli hoca – Yabancı hoca. Oyuncuları, takımları, ligi tanıyan yerli hocalar ile başarı elde edileceği yönünde gelenekselleşmiş bir yapı mevcut son zamanlarda. Evet bu coğrafyanın insanı olarak, buradaki yapıyı, işleyişi yerli hocaların bilmesi son derece doğal. Ancak başarıdan kastımız ve beklentimiz; yalnızca bir kupadan, şampiyonluktan ibaretse ıskaladığımız çok şey oluyor. Iskalanan tüm bu şeylerin dışında yerellikte sıkışıp kalmamız da cabası.
Tüm bu noktada savunulan şu ‘’sav’’a karşı argümanlar geliştirmek isterim. ‘’Türkiye’de, Türk antrenörleriyle çalışılır’’
Süper Lig’de, 2019-20 sezonunun ilk yarısını geride bıraktık. 18 takımın yalnızca ikisinde yabancı antrenörler çalışıyordu. Peki hangi antrenörün takımı Avrupa Futbolu standartlarında bir oyun ortaya koyabildi? İngiltere, İspanya, Fransa hatta hatta İtalya ve Almanya liglerindeki hız, dayanıklılık ve topun hareketliliği hususunda hangi takımımız hem fiziki hem mental açıdan o seviyelerde? Daha alt kademelerdeki ligler ve takımlarını da bu listeye eklememiz mümkün. Bu sezon 4 temsilcimiz (Galatasaray, Başakşehir, Beşiktaş ve Trabzonspor) Avrupa kupaları grup aşamalarında 11 farklı ülke temsilcisi ile karşılaştı. İspanya (2), İngiltere (1), Fransa (1), Almanya (1), İtalya (1), Portekiz (1), Rusya (1), Belçika (1), İsviçre (1), Avusturya (1) ve Slovakya (1) temsilcileri ile 24 maça çıkan temsilcilerimiz 4 galibiyet, 4 beraberlik ve 16 mağlubiyet aldı. Eğer bu 13 takımlı bir lig olsaydı 16 puanla son sırada yer alırdık muhtemelen. Uluslararası yarışmacı yapılarda hiç bir koşulda dirayet gösterecek yeterlilikte değiliz. Hangimiz, tuttuğumuz takımın futbolundan zevk alıyoruz? Belki biraz biraz Trabzon ve Sivas. Hangi antrenörün takımında çizilen bir oyun sistematiği vardı? Belki bir nebzede Rıza Çalımbay çok az da İlhan Palut. Fiziksel ve performans anlamında hangi oyuncu sahip olduğu potansiyelin üstüne çıktı? Belki de yalnızca Mert Hakan Yandaş. Duran toplarda, oyun içerisinde rol dağılımı somut olarak görülen bir takıma rastladınız mı? Evet sadece Sivas. Tüm bu sorulara tek tük yanıtlar verebiliyoruz. Sahip olduğumuz tüm yetkimlikler verdiğimiz yanıtlardan ibaret. İşte gerçek bu. Yetersiziz.
Dört büyük takımımızın başında da yerli hocalar var. Hangi camianın taraftarı takımlarının ve dolayısıyla antrenörlerinin performansından %100 memnun? Öyle görüyorum ki hiç biri. Takımlarda, saha içerisindeki rol, pozisyon, alan karmaşası hat safhada. Fiziksel yeterlilik yok. Sakatlık çok. Hakem eleştirisi çok. Twitter atışması çok. Eyyamcılık çok. Eee hangi konuda yeterlilik sağlayabiliyoruz? Birde üstüne üstelik haklı çıkmayı, başarılı olmayı, şampiyon olmayı bekliyoruz.
Avrupa futbolu vitrinine bir bakalım. Zirvedeki takımlara ve teknik adamlara bir bakalım. Sonrada bir kıyaslama yapalım. Kendimizle. Liverpool / Jurgen Klopp, M. City / Pep Guardiola, PSG / Thomas Tuchel, RB Leipzig / Julian Nagelsmann, İnter / Antonio Conte tüm bu antrenörlerin takımlarını oynattığı oyunlarda; hız, güç, dinamizm ve çok yönlülük kesin olarak belirginleşiyor. Biz bunların hiç birine sahip olmadan aynı platformda onlarla yarışmaya çalışıyoruz. Eee tabiki sonuç hüsran olur. Aslında en büyük hüsran tüm bunlara sahip olmayı dahi talep etmiyor oluşumuzdur.
Şimdiye kadar tartıştığımız her şeyi ama her şeyi unutalım lütfen. Sahip olduğumuz yetkinlikleri eğri oturup doğru konuşalım. Pasaporttan, kimlikten soyutlanarak. Seviyemizi kendi içimizde değil tüm Dünya ile kıyaslayalım. Oyunun doğasında olan rekabeti, bahanelerden ibaret görmeyelim. İlim irfan, gelişim ne yönde, hangi koşuldaysa oraya dönelim, gerekiyorsa getirelim; sahip olduğumuz bir şey ise de ihraç edelim ve daha çoğunu, daha iyisini yapalım.