Bir kulüp düşünün; kuruluşu futbol tarihinin en derin dönemlerine dayanan, dünyanın en çok şampiyon olan, en çok kupa kazanan takımı… Bir de bu kulübün taraftarlarını hayal edin! Hem köklü hem de çok başarılı bir kulübün taraftarı olmak… Anlatılamaz bir gurur… Belki de sadece yaşayanların tasvir edebileceği bir duygu bu. Diğerleri için ise sadece bir hayal… Peki nasıl oldu da başkaları için hayal olan bir gerçeği en derin duygularıyla yaşayan taraftarlar kendilerini hiç tahmin etmedikleri bir kabusun içinde buldular?
Glasgow Rangers… Futbolun doğduğu topraklarda 1872 yılında kurulan İskoç devi, 2010-2011 sezonun ardından 54 lig şampiyonluğu ile dünyanın en çok şampiyon olan takımı unvanına sahipti. Aynı zamanda en çok kupa kazanan takım olmaları da sürpriz değildi. Ancak bu başarıların elbette bir karşılığı vardı. 1988 yılında kulübü satın alan David Murray ile başlayan ve gelecek dönemlerdeki yöneticilerin de izlemiş olduğu harcama politikaları her ne kadar sportif başarıyı getirse de maddi anlamda kulübü zor duruma sokmuştu. 2012 yılına gelindiğinde 35 milyon sterlinlik vergi kaçırdığı gerekçesiyle kesilen 14 milyon sterlinlik cezayla birlikte 49 milyon sterlin vergi borcu olan kulüp, 2000 yılından beri eksi veren bütçesi nedeniyle de yaklaşık 135 milyon sterlinlik borç batağının içinde bulmuştu kendini. İskoçya kulüpler birliği tarafından yapılan oylamada ezeli rakibi Celtic’in ligde kalması yönünde oy kullanmasına rağmen 25’e 5 oyla küme düşmesi kararlaştırılmıştı Glasgow Rangers’ın.
Taraftarlar kabusu yaşadıklarını ve bundan kötüsünün olamayacağını düşünürken gelişmeler onlara yanıldıklarını gösteriyordu. İsim değişikliğine giderek “Rangers Football Club” adıyla İskoçya Championship Ligi’nde mücadele etme talebi reddedilen köklü kulübün bir alt lig olan İskoçya 1. Ligi’ne katılma talebi de kulüpler birliği tarafından reddedilmişti. Rangers, en dipten başlamak zorundaydı. Seviyesini 4. lig olarak ifade etmemiz gereken İskoçya 2. Ligi. Kuruluşunun 140. yılında kulüp, tarihinin en zor dönemiyle karşı karşıya kalmıştı. Premier Lig’e dönmeleri için en iyi ihtimalle üç sezon alt liglerde mücadele etmeleri gerekiyordu. Birçok oyuncuyla yollar ayrılırken taraftarların en büyük tesellisi efsanevi golcü ve dönemin teknik patronu Ally McCoist’ın kulübünü bu zor durumda terk etmemesi ve mücadele etmeyi seçmesi olmuştu.
2012-2013 sezonuna girilirken Rangers kadrosunun temelini kulübün öz kaynağından yetişen isimler oluşturuyordu. Rahat bir şampiyonlukla bir üst lige yükselen köklü ekip, 2013-2014 sezonunu da namağlup şampiyon tamamlayarak Championship’e kadar yükselmişti. Bu kötü senaryodan bir an önce kurtulmak isteyen taraftarlar için her şey planlandığı gibi gidiyordu. 2014-2015 sezonunda ise planlar tutmamış ve Ally McCoist yönetimindeki takım ligi 3. bitirmiş, play-off finalinde de Motherwell’e mağlup olarak Premier Lig’e yükselmeyi bir yıl ertelemişti. 2015-2016 sezonuna teknik direktör değişikliği ile giren Rangers, Mark Warburton yönetiminde ligi zirvede tamamlayarak hasrete son veriyordu.
Sonunda ait olduğu yerdeydi kulüp ancak hiçbir şey bıraktıkları gibi değildi. Ezeli rakip Celtic, üst üste şampiyonluklarla ligi domine ederken hem kadro kalitesi hem de maddi imkanlar bakımından makas oldukça açılmıştı. Takımı lige çıkaran Mark Warburton ile lige başlayan Rangers, işler istediği gibi gitmeyince sezonu Pedro Caixinha ile 3. sırada tamamlıyordu. 2017-2018 sezonu da bir önceki sezona benzer şekilde ilerlemiş ve bir kez daha Celtic’in şampiyonluğunu 3. sıradan izlemişti Rangers. Premier lige dönmüştü dönmesine ama bir türlü eski günlerine dönememişti kulüp.
2018 yazında takımın başına Liverpool efsanesi Steven Gerrard getirilirken, Rangers yıllar sonra yeniden Celtic’e rakip olabileceğini hissettirmişti. Sezon ikincilikle tamamlanmış olsa da umutlar oldukça yeşermişti. Bir sonraki sezon yine Celtic şampiyonluğa ulaşırken Rangers için en büyük teselli UEFA Avrupa Ligi’nde yıllar sonra son 16 turuna kadar yükselmek olmuştu. Gerrard sistemini oturtmuş ve takım yıldız statüsünde sayabileceğimiz herhangi bir oyuncuya sahip olmamasına rağmen 2020-2021 sezonuna girilirken epey güçlü bir oyuna sahipti. Sezon başında UEFA Avrupa Ligi play-off turunda eşleştiği ve çok daha yüksek bir maaş bütçesine sahip olan temsilcimiz Galatasaray’ı net bir oyun üstünlüğüyle mağlup ederek adeta rakiplerine göz dağı veriyordu Gerrard’ın ekibi. Sezonu kusursuza yakın bir performansla geçen Rangers, ligde özlediği şampiyonluğa oldukça rahat bir şekilde ulaşırken, Avrupa’da bir önceki yıl elde ettiği başarıyı tekrarlıyordu.
Yeni sezona istediği başlangıcı yapamayan İskoç devi, çok özlediği Şampiyonlar Ligi’ne 3. ön eleme turunda Malmö karşısında aldığı iki mağlubiyetle veda ederken ligde uzun süre sonra aldığı mağlubiyetle bir hafta içerisinde üçüncü kez sahadan yenik ayrılıyordu. Avrupa ligi gruplarına zor da olsa kalmayı başaran İskoç temsilcisi, 2’de 0 ile başladığı grup aşamasında 4 maçın sonunda 4 puana ulaşmışken uzun süredir teknik direktörlük koltuğunda oturan Gerrard, kariyer hedefleri doğrultusunda İngiltere Premier Lig’in yolunu tutuyordu.
Yerini doldurmak hiç kolay değildi elbette. Zorlu bir süreç bekliyordu Rangers yönetimini. Yeniden istikrarsız bir döneme girip gemi su almaya mı başlayacaktı yoksa yelkenler şişirilip tam gaz devam mı edilecekti? Bu sorunun cevabını belirleyecek olan zorlu tercihin sonunda göreve getirilen isim bir dönem kulüpte futbolcu olarak da görev yapan Van Bronckhorst olmuştu. İsim değişmişti belki ama Rangers’ın dev bütçelere meydan okuyan takım oyunu varlığını sürdürüyordu. Nitekim B. Dortmund, Leipzig gibi devleri eleyerek UEFA Avrupa Ligi’nde finale kadar yükselmeyi başarmıştı Rangers.
Sadece 10 yıl önce 4. lige düşmüş, belki de yok olma noktasından dönmüş ve en dipten zirveye uzanan bir hikaye yazmışlardı artık. Finali kaybedeceklerdi belki ama ne fark eder ki. Rangers tarihte eşine az rastlanır bir hikaye yazmıştı. Dünyanın en çok şampiyon olan takımı olmaktan çok daha zordu belki de bunu başarmak. Ama onlar hem bu peri masalını yazdılar hem de hala dünyanın en çok şampiyon olan takımı (55 şampiyonluk) olma unvanına sahipler… İyi ki onlar kulüplerin vergi borçlarının kolayca silinebildiği bir ülkede bulunmuyorlardı. Yoksa böylesine unutulmaz bir hikayeyi nasıl yazabilirlerdi ki?
Yazan: Mehmet SOYLU
Editöryal Düzenleme: Türker ÖZDİL & Serkan ÖZDEMİR