Ya LeBron hiç Cavs’den ayrılmasaydı, ya Milan 2005 Şampiyonlar Ligi Finalini kazansaydı, ya FİA Abu Dhabi yarışında hatalı karar vermeseydi, Maradona “Tanrının Eline” sahip olmasaydı, Lampard’ın golü sayılsaydı veya Chrish Bosh o ribaundu alamasaydı. Bunları her biri ve daha fazlası her zaman zihnimizi kurcalayan, acaba böyle olmasaydı ne olurdu dediğimiz geride kalan gerçeklikler. Peki ya bunlar zaten bu şekilde gerçekleştiyse ve şu an devam ediyorlarsa. Nasıl mı? Hadi gelin biraz eğlenelim ve Marvel’dan rol çalalım. Aslında bu nokta da rolü fizikçilerden çalmak gerekiyor ama insanlar yıllarca fizik okuyup bu kuramlar ve teoriler üzerine kafa patlatıyorlar o yüzden onlardan rol çalmak haddimize değil biz biraz daha “ fantezi senaryolar” üzerinden ilerleyelim. Evrenimizin 13.8 milyar yıl önce gerçekleşen bir büyük patlama ile oluştuğu çoğumuz tarafından kabul edilen bir gerçektir. En azından benim gibi düşünen kişiler için. Bu patlama noktasından itibaren 93 milyar ışık yılı genişliğinde bir oluşum meydana gelmiştir, buna evren diyebiliriz. Unutmamak gerekir ki bu 93 milyar ışık yılı da sadece bizim gözlemleyebildiğimiz kadarı yani muhtemelen çok çok daha büyük bir evren içerisindeyiz. Peki bu evren içerisinde bizim yaşadığımız boyutun bir başka benzeri olamaz mı ? Fizikçilere göre olabilir. Bu da bizi çoklu evrenler teorisine götürüyor. En en en basit tabiriyle ki bu en basit tabir 1den 10’a kadar saymak gibi basit bir tabir, çoklu evrenler bizim kendi boyutumuzda verdiğimiz kararların diğer tarafında kalan seçeneklerin başka bir boyuta gerçeğe dönüşmesi ile meydana geliyor. Yani siz sevgilinizi, flörtünüzü her kiminiz ise onu kahve içmeye mi çağırsam yoksa güzel bir puba mı götürsem diye düşünüp karar verdiğinizde, geride bıraktığınız seçenek başka bir boyutta gerçekleşmiş oluyor. Artık hangisinin daha verimli geçeceği, o boyuttaki sizin sorunu.
Peki en temelinden böyle işleyen bir teorinin spor dünyasına yansımaları nasıl olurdu. Şu an bunlar diğer boyutlarda belki de bazı jenerasyonların yok olmasına, bazı yapıların yıkılmasına, çekirdek ve yol haritası değişikliklerine neden olmuş bile olabilir. Hadi gelin şimdi bunlardan birkaçının örneklerini inceleyip hem biraz eğlenelim hem de biraz düşünelim.
Hadi gelin bizim için özel olan ama genel olarak çok da bir şeyi değiştirmemiş olma ihtimali olan bir olaydan bahsedelim. Basitten başlamak hepimiz için daha rahat olacaktır diye düşünüyorum. 2005 desem aklınıza ne gelir. Tahminim birçok kişinin İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi Finali’nden bahsedeceği olur. Ben de tam ondan bahsetmek istiyorum. İlk olarak 2005 yılında bu unutulmaz finali kimin oynadığını hatırlayalım. Milan ve Liverpool yıllar boyu unutulamayacak o maçta kozlarını paylaşıyordu. Temel olarak baktığımızda Milan o sezon Liverpool’dan çok daha üstün. Liverpool o sezonu ligde 5. bitirmiş ve zirvenin oldukça uzağında kalmıştı. Milan ise Serie A’da şampiyon olmasa da 2. sırada nispeten başarılı bir sezonu geride bırakmıştı. Kadroları değerlendirdiğimiz zaman da Milan benim jenerasyonumun birçoğunun “Efsane Milan Kadrosu” olarak hatırladığı kadro ile sahaya çıkarken Liverpool biraz daha mütevazı bir kadro ile sahaya çıkıyordu. Beklentiler Milan’ın kupasını 7. defa müzesine götüreceği yönündeydi, maçta bu beklentileri haklı çıkarır şekilde başladı. 3. Dakika da Milan Kaptan Maldini’in golü ile 1-0 öne geçmişti. Bu dakika itibariyle işler Liverpool için tamamen tepetaklak gitmeye başladı, ta ki ikinci 45 dakikayı başlatan düdüğe kadar. Milan ilk yarıyı Maldini’in golüne ek olarak Crespo’nun attığı iki gol ile 3-0 önde bitirmeyi başarmıştı. Ancak ikinci 45 dakika da Dünya sanki ters yöne dönmeye başlamıştı. Böyle bir ters dönüşü size ancak şöyle açıklayabilirim. Yelkovan sanki artık ters yöne gidiyor gibiydi. Milan taraftarları belki de hayatlarının en zor 6 dakikalık bölümünü 54 ve 60. Dakikalar arasında yaşamıştı. 54. dakika da kaptan Gerrard farkı 2’e indirdi, 2 dakika sonra sahneye Smicer çıktı ve farkı bire indirdi bu gol Milan taraftarlarının yüreğine inerken Liverpool taraftarları için “sanırım tarih yazacağız” düşüncelerini zihinlere kazıdı. Dakikalar 60’ı gösterirken Xabi Alonso’nun penaltısı Dida’dan dönüyor dönen topu tekrardan Alonso tamamlıyor ve tarihi dönüşü skor tabelasına geçiriyordu. Peki her şey buraya kadar normal burada değişecek bir seçim yok. Peki şampiyonu belirleyen o penaltı. Penaltı atışlarında Liverpool 6-5 galip gelerek kupayı evine götürürken, Shevchenko’nun attığı nispeten kötü son penaltı çok eleştirilmişti. Peki Shevchenko’nun o penaltıyı gole çevirerek daha sonrasında Milan’ın kazandığı bir boyutta neler olmuş olabilir. Birincisi belki de Milan 2007 Şampiyonlar Ligi Finali’ni Liverpool karşısında kazanabilecek bir motivasyon ile sahaya çıkamadı ve o kupayı kazanamadı. Bunun temel sebebi olarak Milanlı futbolcuların ve Milan taraftarlarının 2005 finalini her zaman 2007 için bir motivasyon kaynağı olarak gördüğünü gösterebiliriz. Bunun sonucunda belki de efsane Milan kadrosu o sezon sonunda beklendiğinden daha da erken dağılmaya başladı. Bu kadronun dağılmasının gecikmesi belki de Milan’ı son kazandıkları 2011 Serie A şampiyonluğundan mahrum edecekti ve devam eden süreçte başlayan Juventus hegemonyasında geçen yıllarda gelmemiş şampiyonluk yüzünden durum daha da acı verici olacaktı. Liverpool açısından ise farklı boyutlarda bile çok fazla değişebilecek bir şey yok aslında. Onlarda zaten herhangi bir değişim veya jenerasyon yenilenmesi gerçekleşmemişti.
Gelin branş değiştirelim. Günümüz basketbolunun ve geride bıraktığımız 10 yıllık sürecin en çok konuşulan olaylarından birinin tersinin gerçekleştiği bir çoklu evrende neler oluyor olabilir ona bakalım. Acaba LeBron James’in yeteneklerini Miami sahillerine taşımadığı bir boyutta neler oldu. Öncelikle şunu söylemem lazım bence Cleveland’da Miami’de şampiyonluk kazanamadı. Miami’de büyük üçlü kurulamadığı için batıdan gelecek olan rakipleri. Genç Thunder ve ileride karşılaşacakları Spurs karşısında galibiyetlere ulaşamadılar ve belki de bunun sonucunda batıda genç Thunder’ın hegemonyası altında geçen yıllar izlendi. Çünkü kazanılan şampiyonluktan sonra Harden, Westbrook ve Durant üçlüsü bir süre daha dağılmadan devam etti. Öteki yandan Boston Celtics’in Big 3’ü son bir final oynayarak vadelerini doldurmadan bize son bir final dansı izletti. Çünkü böyle bir boyutta takılacakları bir Miami takımı asla kurulmadı. Cleveland ise o dönem içerisinde ki mevcut kadrosu ile zaten bu rakiplere karşı şampiyonluk kazanabilecek güçte değildi. Cavs için asıl sorun şuydu LeBron’un takımda kalması onları ligin dibinden uzaklaştırdı ve bundan ötürü 2016 senesinde şampiyonluk kazanan takımın çekirdeğini hiçbir zaman kuramadılar. Bu takımın çekirdeğinde kimler vardı bir bakalım. Lebron, Kyrie ve Love. Şimdi bu oyuncuların bu takıma nasıl katıldıklarını incelememiz önemli. Hem Kyrie hem de Love takıma draftlar sonucunda katıldı evet Love direkt olarak draftan gelmedi tabii ki ama Love’ın takıma katılması dolaylı yoldan draftlar sayesinde oldu. Kevin Love, Andrew Wiggins’ın birinci sıradan draft edilmesi sayesinde Wiggins ile takaslanarak takıma katılmıştı, öteki yandan Kyrie’de, LeBron’un takımdan ayrılmasından sonra Cavs’ın dibe çökmesi ile kazanılan birinci sıra draft hakkı ile takıma katılmıştı. Yani bu durumda LeBron’un, Miami’e gitmediği bir boyutta Cavs hiçbir zaman bu çekirdeği kuramadı ve bana kalırsa Cleveland şehri şampiyonluk hasretine son veremedi. Peki LeBron Miami’e gitmeyip birkaç sene sonra Cavs’den ayrılmış ise nereye gitmiş olabilir bence kendisini “Big Apple”da görmemiz oldukça muhtemel. Her şeyi göz önünde bulundurduğumuz zaman beni böyle bir boyutta en çok heyecanlandıran şey Thunder’ın genç çekirdeğinin belki de o kadar çabuk dağılmaması oluyor.
Peki başka nelerden bahsetmek istersiniz. Benim aklımda yazının başında da söylediğim ve hala kendimi bastıramadığım bir hikaye, bir hatalar silsilesi var. Çok da yakın bir tarihte gerçekleşti. Sanırım yazıyı bitirmek için de en güzeli bu olabilir. “Ah Lewis Ah” nasıl yediler hakkını, neler yaptılar 8. Dünya Şampiyonluğu’na. Tabii ki de F1 takviminde geçen senenin son yarışı olan o kara leke yarıştan bahsediyoruz. Abu Dhabi yarışı. Başlarken şunu belirtmeliyim ki Max Verstappen şampiyonluğu sonuna kadar hak etti. Zaten hak etmemiş olsaydı bu şampiyonluk mücadelesi son yarışa kalmazdı. Öteki taraftan Lewis Hamilton’da yaptığı geri dönüş ile sonuna kadar hak etti. İki pilottan hangisi şampiyon olursa olsun hak edilmiş bir şampiyonluk olacaktı. Sadece belki de şampiyonluğun kazanılma şekli bu güzel sezona bir gölge düşürdü. Hadi gelin başlayalım. Öncelikle ortada değişen karardan başlayalım. Eğer Michael Masi olması gerektiği gibi Max ve Lewis’in arasındaki araçların son bölümde öne geçmesine izin vermeseydi veya da yine olması gibi güvenlik aracının aradaki arabalar yerlerine geçtikten sonra bittiği bir boyutta neler oldu. Lewis Hamilton kuşkusuz bir şekilde 8. kez Dünya Şampiyonu olarak, kendisi gibi bir başka efsane olan Michael Schumacher’i geride bırakarak F1 tarihinin en çok şampiyon olan pilotu unvanını kazandı. Bu durum itibari ile kariyerine son vermeye karar vererek emekliliğini açıklayarak F1’den ayrıldı. Bu nokta da Mercedes’de bir koltuk boşalmış oldu. Redbull ile şampiyonluğu kaçırmış olan Max sözleşmesini 5 yıl uzatmayarak gözünü 2023 yılında ki Mercedes koltuğuna dikti. George Russell bu sayede 1 sene de olsa Mercedes’de 1. pilot olma şansını yakalayarak yarıştı. Aynı zamanda Ferrari ile sözleşmesi taze bitecek olan Carlos Sainz’da Mercedes koltuğunu gözüne kestirmiş olabilir. Çünkü böyle bir boyutta Russell’ın birinci pilot olmasını isteyen Mercedes onun yanına Max gibi birindense Sainz gibi daha arka planda kalabilecek bir sürücüyü istemiş olabilir. Bu durumda biz bu evrende Max’ı Mercedes’de görebileceğimiz gibi bir anda Ferrari’de Max ve Leclerc ikilisini de görebilirdik. Bu biraz ürkütücü aslında ve ürkütücü olmasıyla beraber başka bir boyutta gerçekleşmesi daha muhtemel bir senaryo. Peki Red Bull’da Max’dan boşalan koltuk bu boyutta kime gidecek. Tabii ki de Gasly değil. Ben o evliliğin tekrar deneneceğini sanmıyorum, başka bir boyutta bile. Max’ın Ferrari’ye gittiği bir boyutta Red Bull koltuğunda sürpriz olarak Mick Schumacher’ı görme ihtimalimiz yüksek diye düşünüyorum. Bu olayların yaşandığı boyutta 2023 yılında Mick artık pişmiş ve büyük bir takımda kendini göstermeye hazır olabilir diye düşünüyorum. Böyle bir boyutta ki Yiğit Kırca olmayı en çok istememe sebebim ise Lewis Hamilton’ın 8. kez Dünya Şampiyonu olduğunu ve artık F1 tarihinin en çok şampiyonluk kazanan pilotu olduğunu görmek olurdu.
Lafı çok uzatmadan bu 3 dramatik spor olayının farklı boyutlarda nasıl gerçekleşmiş olabileceğini kendi fikirlerimle size anlattıktan sonra, topu size atmak istiyorum sevgili Sporosfer okuyucuları. Sizce bu olaylar farklı boyutlarda nasıl gerçekleşmiştir veya da bunlardan farklı olarak sizin aklınızda ki farklı olaylar nasıl gerçekleşmiştir. Bunu biraz düşünüp farklı boyutlara geçmenin zararı olmaz diye düşünüyorum. Paralel evrenlerde iyi eğlenceler.
Yazan: Yiğit Halil KIRCA
Editöryal Düzenleme: Sıla YÜZER