Close

Avrupa Basketbolunun NBA’ye Cevabı ve Markalaşma Serüveni

İkinci Dünya Savaşı’ndan yıkılmış olarak çıkan Avrupa’ya destek, Avrupa kültürünün mirası üzerine inşa edilen Amerika’dan geldi. Kapalı kutusundan çıkarak köklerine uzun süre sonra dönen ABD, uzak kaldığı süre boyunca yalnızca geleneklerden değil, her bir  geleneğin harmanlanması sayesinde kendine has bir kültür de oluşturarak 1945’te kıta Avrupa’sına yalnızca maddi desteğini değil; kültürel varlığını da getirmişti. Bizim konumuz basketbol da bu “kültürel transferin” en iyi örnekleri arasında yer alıyor.    

Onlarca yıl boyunca basketbol bir nebze Doğu Avrupa’nın direncine rağmen genellikle, futbolun aksine doğduğu bölgenin, Amerika Birleşik Devletleri’nin tekelinde oldu. Bu minvalde lig bazında da tüm dünyada takip edilen lig, Ulusal Basketbol Birliği olmuştur. Esasen tüm dünyada NBA olarak bilinen ligin, özellikle seksenlerle birlikte kültürün empoze edilmesine katkıda bulunduğu şüphe götürmeyecektir. Larry Bird ve Magic Johnson gibi isimlerin, ligin adından bile fazla bilinirliğe sahip olarak birer marka haline gelmeleri küçük resimde ligin, büyük resimde ise geleceğin ekonomi politikaları açısından okunmaya değer gelişmeler arasında yer alıyordu. Lig geliştikçe doksanlar çocuklarının çok iyi hatırlayacağı şekilde Michael Jordan ve Bulls efsaneleri dünyayı yerinden oynatıyordu.    

Bu sırada Avrupa, basketbolda henüz bebek adımlarını tamamlamış, artık NBA’e “yabancı oyuncu” transfer etmeye başlamıştı. Toni Kukoc, Dino Radja, Sarunas Marciulionis ve en güzel anıların kalbinde yer alan Petar Naumoski’nin de içerisinde bulunduğu bir grup, 2000’ler öncesinde NBA’e transfer olmuştu.     

Bireysel performansların aksine Avrupa basketbolu organizasyon olarak oldukça gerideydi. Bunun sebepleri arasında transfer edilen spor kültürünün henüz içselleştirilmemesi olduğu gibi, futbol benzeri Avrupa kökenli spor dallarının tercih edilmesi görülüyordu. Mevcut haldeki en üst düzey uluslararası lig, çatı organizasyon olan FIBA tarafından yönetiliyordu. Ancak belirli bir ismi yoktu; 1958-71 yılları arasında FIBA Avrupa Şampiyonlar Kupası adıyla geçen organizasyonun adı, daha sonra sırasıyla FIBA Avrupa Ligi ve FIBA Euroleague olarak değiştirilmiştir. Bu “kararsızlık” organizasyonların benimsenmesini zorlaştırıyordu. Bunun yanı sıra birden fazla ulus devlete ev sahipliği yapan Avrupa ve buna bağlı bir sürü kulüp takımının bulunması, çok sayıda turnuvanın yapılmasına katkı sağlıyordu. Bu da tek bir ligin değil, liginin ismi değişen bir sürü turnuvanın varlığına alametti.    

Öte yandan FIBA da tekel olmaktan çıkmıştı. 1991 yılında İtalya, İspanya ve Fransa ligleri önderliğinde kurulan ULEB, 90’lı yıllar boyunca kıtayı sarmış, 2000 yılında ise FIBA’dan ayrı bir lig kurulumuna girişmiştir. 9 Haziran 2000 tarihinde Avrupa’nın en güçlü takımları ve ULEB’in kulüpleri bir araya gelerek the Euroleague adıyla yeni bir organizasyon oluşturma kararı aldılar. İspanya’nın Barcelona şehrinde kurulan the Euroleague adlı şirket ile Euroleague’in bugünkü macerası da başlamış oldu. 1958’den beri FIBA’nın elinde olan Euroleague adı, aradan geçen onca yıl içerisinde tescillenmediği için organizasyonun isim hakkını, tescil eden the Euroleague şirketi aldı. 

Aslında şu an var olan Euroleague’in de özünde hemen her şeyde olduğu gibi çıkar çatışması ve gelir yetmezliği var. FIBA, doksanlarda tıpkı UEFA’nın Şampiyonlar Ligi’nde yaptığı gibi basketbolu daha geniş kitlelere yaymak ve daha fazla gelir elde etmek istiyor. Ancak Avrupa’nın öncü İspanyol ve İtalyan kulüpleri buna direnç sergiliyorlar. Daha önce ULEB’in kuruluşunda bahsetmiştik, bir de üstüne Euroleague Basketball adlı şirket tarafından Euroleague kuruluyor. Bugün Euroleague’in kurucu üyelerinden Anadolu Efes ve daha sonra Fenerbahçe ile birleşecek olan Ülker, FIBA’dan ayrılmıyor ve ikiliğin oluştuğu ilk ve tek sezon FIBA’nın Suproleague organizasyonunda yer alıyorlar. Bu sene Avrupa’da iki tane meşru şampiyon var; Suproleague şampiyonu Maccabi ve Euroleague şampiyonu Kinder Bologna. Sezon sonunda organizasyon düzenleyicileri bu ikiliğin pek de faydalı olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorlar ve FIBA, Euroleague çatısı altında birleşmeyi kabul ederek yalnızca ulusal takımlar seviyesinde organizasyonların düzenleyicisi rolüne razı oluyor. Uzun bir süre benzer takımlar yer alıyor zira Avrupa basketbolunun Şampiyonlar Ligi gibi ligini domine eden takımları burada oynamaya hak kazanıyor.    

FIBA’dan ayrılma EB için markalama ve gelir dengesini sağlamak açısından oldukça faydalı bir hareket oluyor çünkü 42 yıldır başka bir kurum tarafından düzenlenen organizasyonun isim hakları elde ediliyor ve diğer kurum yeni durumu kabul etmek zorunda kalıyor.  

Turkish Airlines Sponsorluğu 

2010-11 sezonuyla birlikte Türk Hava Yolları, 5 yıllığına 15 milyon avro karşılığında organizasyonun isim sponsoru oluyor. Ayrıca organizasyondan da bağımsız bir ürün haline getirilmeye çalışılan Final Four’un da isim haklarını alıyor. Bu anlaşma 5 yıllık yapılmasına rağmen günümüzde dünyada güçlü algısı olan bu iki marka Turkish Airlines Euroleague adı altında birlikteliklerine devam ediyor.  

Modern EL 

Birtakım deneme yanılma süreçleriyle beraber 2016 yılında Euroleague son halini alıyor, NBA tarzı kapalı devre ligi haline geliyor. Ancak öncesinde 2015 yılı kasım ayında orijinal bir girişim olarak dünyaca ünlü spor, eğlence ve medya şirketi IMG ile küresel medya, pazarlama hakları ve ticari operasyonlarını kapsayan bir anlaşma imzalanıyor. Anlaşmayla 630 milyon avro garanti edilerek ek projelerle bunun 900 milyon avroyu bulması hedefleniyordu. Yerel liglere ilginin azaldığı ve parçalanmış bir Avrupa yerine birleşik olmasa da kıtanın en güçlülerinin bir arada mücadele ettiği bir turnuva heyecan verici olacaktı.    

A lisanslı kulüplere 10 yıl boyunca katılım hakkı verildi. Yine de eldeki takım sayısı sağlıklı bir organizasyon düzenlemeye el vermiyordu. Bu nedenle 2016-17 sezonunda mevcut 11 takımın yanı sıra 5 “misafir” takım davet ediliyor, günümüze dek gelen lig ve sonrasında F4 formatı standart hale geliyordu. Yeni formatın ilk sezonunda önceki sezonun Eurocup, Adriyatik, VTA Ligi ve Alman Ligi şampiyonları davet edildi. Kalan son takım da Wild Card ile belirlendi. Mevcut 16 takıma 2 sene sonra 3 yıllık davetlerle ASVEL ve Bayern Münih de eklendiği zaman şu anki 18 takımlı lig meydana geldi. Böylece bu düzen 13 sabit takım üzerine EuroCup finalistleri ve kalan 3 takımlık kota için Adriyatik, VTA Ligi ile ALBA Berlin’e 2 yıllık lisans ile verilen Wild Card sayesinde tamamlandı.   

Lig, belli tüzüklerle yönetiliyor ve elbette lisans sahibi olmanın da bazı şartları var. Buna göre 200 km² alana yayılmış, minimum 200 bin nüfuslu bir şehrin takımı olunmalı. Minimum 10 bin kişilik arena sahibi, Avrupa’nın coğrafi merkezi olarak değerlendirilen Frankfurt’a 4 saatlik bir yolculukla erişilebilen bir şehirde bulunmak da avantaj. Diyelim ki mütevazı ölçekte bir şehir kulübüsünüz, ancak şehrinizde havaalanı yok. Sorun değil, arenanıza 100 km mesafede bir uluslararası havaalanının olması yeterli. Rakipleri buraya kadar getirdikten sonra ağırlamak da sürecin bir parçası; arenaya en fazla 25 kilometre mesafede en az iki tane 4 yıldızlı otelin şehrinizde yer alması gerekiyor. Spor kulüplerinin şehirlerine kazandırdığı faydalardan biri olarak pekala görülebilir bu. Coğrafi gerekliliklerin yanı sıra kulübünüzün finansal istikrara ve Fair Play yönetmeliğine uygun olması gerekiyor. Kurumsallığın getirisi şeffaflığı ve sürdürülebilirliğin spordaki en uygun örneklerinden biri. Son olarak EL tarafından hak mahrumiyeti cezası olmayan takımlar lisanslı kulüp olarak değerlendirilme hakkı kazanabiliyorlar. Halihazırda 13 kulüp bu koşulları karşılıyor.   

Kalan 5 kulüp ise sportif performansı ve EL yönetiminin inisiyatifi doğrultusunda ligde yer alabiliyorlar. Bu durum son dönemlerde EC finalisti 2 takım ve 3 kota olarak belirleniyor ki 3 kotanın temsil ettiği kulüp başarılarına yukarıda değinmiştik. Ligde geçici takımın 5 bin kişilik arena sahibi olması yeterli oluyor. Şayet bu koşullardan birini karşılama konusunda sorun yaşayan bir kulüpseniz, yerinize bu şartları karşılayabilecek bir kulüp davet edilebiliyor. Bunun kararını da 13 kulübün genel menajerlerinin oluşturduğu yönetim kurulu belirliyor.   

Bütünün parçası olabilmek: One Team   

Kimliğin oluşması için oyun dahili kadar oyun dışının da yeniden dizayn edilmesi gerekiyordu. Bu minvalde sosyal sorumluluk projeleri yaratmak, projelere katkıda bulunmak, sürdürülebilir ortak bir gelecek adına 2012 yılının Şubat ayında One Team çalışması başlatıldı. One Team geçtiğimiz günlerde 10. yılını kutladı.  

One Team, bugün Özel Olimpiyatlarla ortak iş birliği çerçevesinde basketbolda gerçek bir etki yaratmayı hedefliyor. Bu hedeflere ulaşmak amacıyla Eşitsizliklerin Azaltılması üzerine Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 10’un hedeflerini aktif olarak ele alan “topluluk entegrasyonu” teması altında çalışıyor.  

Katılan her kulüp, kendi topluluğunun ihtiyaçlarına göre madde bağımlılığı ve cinsiyet, fiziksel veya zihinsel engellilik gibi sorunlar nedeniyle dışlanma tehlikesi altındaki gruplara fayda sağlamak için özel bir Tek Takım projesi geliştiriyor. One Team programı 10 yıllık süreçte çeşitli projelerle doğrudan ve dolaylı olarak 23.000’den fazla kişiye erişti.  

Eleştiriler ve Başarısızlıklar

Avrupa organizasyon kültürüne uygun olmayan bir şekilde kapalı bir topluluk olan EL, çoğu kişi tarafından eleştiriliyor. Eleştirenlerin başında yer alan FIBA, farklı turnuvalarla EL’yi alt etmeye çalışsa da bunu başaramıyor zira EL kıtanın en büyüklerini belli bir heyecanı koruyarak kendi bünyesinde tutuyor.  

Ürün olarak her geçen gün Avrupalı basketbolseverlerde NBA heyecanını daha çok yaşatıyor ancak maç başı gelirlerde hala çok geri seviyede. 50 bin avroluk galibiyet ödülü deplasman giderlerini karşılamaya bile yetmeyebiliyor. Bu durumda yük, kulüplerin ve kulüpleri destekleyen şirketlerin sırtında kalıyor. Eğer yönetici kadroların eforları olmazsa Vasa gibi, Larkin gibi isimlerin Avrupa’da tutunması zor. Bu konuda EL, kulüplerin işini kolaylaştırmak zorunda.  

Daha da vahim olanı, devre ya da sezon arası olmadan oyuncuların NBA’i tercih etmeleri ki geçtiğimiz sezon Baskonia’da Luca Vildoza ve Real Madrid’de Gabriel Deck sezonun bitiminden hemen önce NBA’ya transfer olmuşlardır. Özellikle Gabriel Deck’in F4 arifesindeki transferi EL’nin algısını yıpratmıştı. 

Avrupa’nın kronik sorunları var. Amerika gibi öyle ya da böyle birliktelik söz konusu değil; aksine ayrışmalar, tarihsel çatışmalar, birlik halinde bir Avrupa’yı hayal kılıyor. Bu durum ister istemez Euroleague’in de NBA kadar birlik olmasına mani oluyor. Geçtiğimiz haftalarda Euroleague paydaşı Rus takımların haklarının askıya alınma süreci bir örnek olarak görülebilir. NBA bu sporun doğum yeri, şova döndüğü alan. Euroleague doğru örnekleri özümseyerek kendi oyun alanını yaratan bir sahne haline geldi. Temaşasının yanında ekonomisinin de yarışmacı hale gelmesi, Avrupa basketbolunun övüneceği bir turnuvanın sürdürülebilir olmasına yardımcı olacaktır.  

Yazan: Yiğit ALPER

Editöryal Düzenleme: Serkan ÖZDEMİR & Sıla YÜZER

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Leave a comment
scroll to top